Anadolu Selçuklu Devleti
Kuruluş ve Gelişme Devri
Süleyman Şah
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’tır. Süleyman Şah, Tuğrul Bey zamanı Anadolu fatihlerinden, Kutalmış Bey’in oğludur. Anadolu seferlerinde büyük hizmetleri olan Kutalmış Bey, Tuğrul Bey’in ölümünden sonra, babası “Arsian Yabgu”dan dolayı açıkça sultanlık iddiasında bulunmuş. Aynı zamanda Selçuklu tahtını ele geçirmeye çalışmıştı (1063).
Kutalmış Bey, Rey şehrine yürümüş; Alparslan’la yaptığı savaşta yenilmiş ve kaçarken atın yere kapaklanması sonucu ölmüştü. Kutalmış Bey’in oğulları olan Süleyman Şah, Mansur Bey ve ResulTigin de Alparslan’a esir düşmüştü. İleriyi gören Sultan Alparslan onları affetmiş; büyük orduların başına melik/emir tayin ederek Anadolu’ya sefere göndermişti. İşte Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu bu Süleyman Bey olup, tarihte Kutalmış oğlu Süleyman Şah olarak anılmaktadır.
Sultan Alparslan’ın ölümünden sonra başa geçen Melikşah tarafından, Kızılırmak’ın batısında kalan toprakların fethiyle görevlendirilen Süleyman Şah; faaliyet gösterdiği kuzeybatıdan birlikleriyle Anadolu’ya girdi (1074). Kayseri yakınında bir Bizans ordusunu yenerek Sakarya’ya doğru ilerledi. Bizans, Türkmen beylerinin fetih hareketleri karşısında bocalıyor; taht mücadelesinde gerek imparator olan Mihail Dükas, gerekse yerine geçmek isteyen kumandan Nikefor, Süleyman Bey’den yardım bekliyorlardı.
Bundan faydalanan Süleyman Şah, Marmara Bölgesi’ne sokularak İznik şehrini aldı ve kendine başkent yaptı(1075). Hatta Nikefor’un tahta çıkmasına yardım ederek Güney Marmara kıyılarını ve İzmit şehrini alıp Üsküdar’a kadar geldi. Boğazı kontrol altına aldı.
Mansur Bey
Aslında İznik’in alınıp başkent yapılmasıyla Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş oluyordu. Ama o ana kadar Süleyman Şah ile birlikte hareket eden kardeşi Mansur Bey, Süleyman Şah’ı yok etmek ve hatta Büyük Sultan Melikşah’la bağını keserek, bağımsız bir devlet kurmak için isyana hazırlandı. Bu sırada Süleyman Şah, Anadolu Türk birliğini tehlikeye sokacak olan bu hareketi Melikşah’a bildirdi. Melikşah kumandanlarından Porsuk Bey’in komutasındaki bir orduyu Süleyman Şah’ın emrine gönderdi. İki ordu birleşerek Mansur Bey’i yendi ve Porsuk Bey, Mansur Bey’i öldürdü. Böylece Anadolu Türk birliğini tehlikeye atan bu hareket büyümeden önlenmiş oldu.
Sultan Melikşah, ikinci derecede amcası olan Süleyman Şah’ı, Anadolu’daki büyük başarısı ve kendine olan bağlılığından dolayı çok severdi. Bunca başarıya rağmen Süleyman Şah’ın hutbeyi Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah adına okutması, Türk kanının dökülmemesi için kardeşini dahi yok etmesi, onu Melikşah’ın gözünde büyütüyor; daha büyük yetkiler verme fikrini uyandırıyordu.
Melikşah, 1077 tarihinde, Süleyman Şah’a Anadolu hükümdarlığını veren tarihi fermanı gönderdi. Böylece başkenti İznik olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş oluyordu. Ancak Süleyman Şah hükümdar olunca, öldürülen kardeşi Mansur Bey’e bağlılıkları ile tanınan Afşin ve Dilmaçoğlu Mehmet Beyler; maiyetleri ile birlikte Suriye’ye geçerek Sultan Melikşah’ın kardeşi Suriye meliki Tutuş’un hizmetine girdiler.
Türklerin İznik’i başkent seçmesiyle, Rumeli’ye geçeceklerini anlayan ve buna mani olmak isteyen Bizanslıların gönderdiği Bizans ordusu Süleyman Şah tarafından bozuldu. Süleyman Şah, Boğaz’ın Anadolu yakasına gelerek bir gümrük idaresi kurdu ve gemilerden vergi almaya başladı (1080). Böylece Karadeniz’in kilidi Türklerin eline geçmiş ve Bizans’ın Boğazlar hakimiyeti son bulmuştu. Hele Kapıdağı Yarımadası da alınıp, Çanakkale Boğazı’nın Asya sahilleri ele geçirilince; Bizans Imparatoru Alexi Komnen (Alexius Komnenos) Avrupa’dan yardım isteyerek Haçlı seferlerinin ilk işaretini verdi.Bizans tarihçilerine göre 1083 tarihinde, Anadolu tamamen Türklerin eline geçmiş durumdaydı.
Süleyman Şah’ın, Melik Tutuş’la Mücadelesi
Her Türk hükümdarı gibi, Süleyman Şah da, Türk cihan hakimiyeti ülküsüne göre büyümek; Büyük Selçuklu hükümdarı olmak ve bir cihan devleti kurmak emelindeydi. Fakat mantıklı hareket ederek, çok önemli bir sebep olmadıkça çatışmaya meydan vermemeye çalıştı. Çünkü büyük sultanla karşı karşıya gelmek, hem İslamiyete ve Türklüğe aykırı olur, hem de Anadolu Türk birliğini tehlikeye sokabilirdi. Süleyman Şah’ın bunca gayretlerine rağmen kader onu Melikşah’a bağlı bir emir ile karşı karşıya getirecekti.
Türk İslam aleminde fethi büyük sevince sebep olan ve Süleyman Şah’ın, Melikşah tarafından takdir edilmesini sağlayan Antakya’nın alınması; Halep – Musul emiri Şerefüddevle’nin ondan haraç istemesi, savaşın baş sebebiydi. Eskiden Antakya’daki Hristiyanlardan haraç alan Şerefüddevle, orayı alan Süleyman Şah’tan da haraç istedi. Süleyman Şah’ın küçük bir emirliğe vergi vermeyi reddetmesi üzerine, Şerefüddevle bir kısım kuvvetlerini Antakya üzerine gönderdi.
Haklı olarak savaşa Şerefüddevle’nin sebep olduğunu ilan edip, onun topraklarına giren Süleyman Şah, Halep yakınlarında cereyan eden savaşta onu mağlûp etti. Savaşta Şerefüddevle öldürüldü. Halep önlerine gelen Süleyman Şah şehrin teslimini kale muhafızından istedi. Süleyman Şah’ı oyalayan kale kumandanı, Selçuklu meliki Tutuş Bey ve o bölgede faaliyet gösteren Artuk Bey’den yardım istedi.
Süleyman Şah’ın Ölümü
Daha önce Süleyman Şah’ın şikayeti üzerine Melikşah tarafından Anadolu’dan alınan Artuk Bey, Süleyman Şah’ın Suriye’yi alarak kendisini oradan kovacağı endişesine düşmüştü. Zaten Anadolu’dan da Süleyman Şah’ın şikayeti üzerine alındığı için ona kin besliyordu. Büyük bir askeri dehaya sahip olan Artuk Bey’in, Süleyman Şah’ın başarılarından kendisi gibi ürken Tutuş’un ordusunu çok iyi yönelmesi sonucu; Anadolu fatihinin ordusu bozuldu. Bozgunu gururuna yediremeyen Süleyman Şah bir nefer gibi çarpıştığı bu savaşta öldü (Temmuz 1086).
Bizans’a karşı seferden sefere koşan ve Anadolu’yu Türklere yurt yapmada büyük rol oynayan Süleyman Şah’ın hayatı, ilk defa tattığı mağlûbiyetle son bulmuş oluyordu. Mezarı bugün Suriye sınırları içinde Caber Kalesi’ndedir. Süleyman Şah’ın ölümüne çok kızan ve üzülen Sultan Melikşah, Tutuşu cezalandırmak için İsfahan’dan Halep’e doğru hareket etti. Melik Tutuş itaatkar bir tavır sergileyerek; “Gölgesine sığındığım ulu kardeşimin şeref ve kudretini düşürmek istemem, onunla vuruşmak haddini kendimde bulmam” diyerek Şam’a çekilince; kardeşinin bu davranışından memnun olan ve kardeş kanı dökmek istemeyen Melikşah, Tutuş’u takip etmedi.
Süleyman Şah, Suriye seferine giderken yerine Ebul Kasım’ı bırakmıştı. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine, Ebul Kasım sultanlığını ilan ederek Melikşah’tan tasdikini istedi. Buna kızan Melikşah, ülkeyi kendisine bağlamak için önce Porsuk Bey, daha sonra da Emir Bozan’ı güçlü bir ordu ile Anadolu’ya gönderdi. Sultanın ordusuna karşı Bizanslılardan yardım isteyen Ebul Kasım, Melikşah’ın emriyle Porsuk Bey tarafından öldürüldü.
Büyük Türk hakanı Melikşah, ölümüne çok üzüldüğü Süleyman Şah’ın çocuk yaştaki oğullarını yetiştirmek, tahsil ve terbiyeleriyle ilgilenmek için yanına almış ve İsfahan (kendi) Sarayında onlara daire tahsis etmişti. İlerde Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına geçecek olan I. Kılıçarslan, Melikşah’ın sarayında fevkalade bir itina ile yetişmişti.
I. Kılıçarslan Dönemi (1092 – 1107)
Kılıçarslan, Melikşah’ın ölümü (20 Kasım 1092) üzerine Sultan Berkyaruk’tan müsaade alarak kardeşi Kulan Arslan (Davut) ile birlikte İznik’e geldi. Babalarının (Süleyman Şah) unutulmaz hatırası sebebiyle hiçbir tepkiyle karşılaşmadan tahta oturdu ve genç yaşta Anadolu Selçuklu sultanı oldu (1092). Aynı zamanda kardeşi Kulan Arslan (Davut) da ona yardımcı oldu. Böylece 6 yıl boş kalan taht, gerçek sahibini buluyordu.
Ancak I. Kılıçarslan’ı çok yüklü işler bekliyordu. Çünkü Bizans, geçen süre içinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin saltanat boşluğundan faydalanarak, Türk topraklarını ele geçirmeye çalışıyordu. Öte yandan babasının ölümünden sonra, birtakım Türk beyleri müstakil hareket etmeye başlamıştı. Bundan dolayı Kılıçarslan bunları çözmek için kollan sıvadı. İlk olarak babasının Antakya seferi sırasında, İzmir bölgesinde beylik kuran; büyük Türk denizcisi Çaka Bey’in kızıyla evlenerek, Bizans’a karşı onunla dost oldu.
Bizans’a karşı ortak bir faaliyet yürütmeye karar veren Kılıçarslan ve Çaka Bey, Bizans topraklarına hücuma geçtiler. Kılıçarslan’ın kuvvetleri Kapıdağ Yarımadası ile Ulubat Gölü civarını alırken; Çaka Bey, denizden Çanakkale yönüne doğru ilerledi. Boğaz’da İstanbul’un güvenliğini sağlayan ve önemli bir gümrük merkezi olan Abidos’u kuşattı. Denizden ve karadan yapılan bu müşterek Türk saldırıları, Bizans’ın son günlerini yaşadığını gösteren ilk işaretlerdi.
İstanbul’da tehlikenin büyüklüğünü sezen imparator Aleksi Komnen, tarihi Bizans oyunlarını tekrarlayarak iki Türk komutanının arasını açtı. Çaka Bey’in güçlenmesi ve başına buyruk hareket etmesinden, I. Kılıçarslan’ın endişelendiğini öğrenen Bizans imparatoru, onunla anlaştı ve Çaka Bey’in üzerine bir donanma gönderdi. Karadan da Kılıçarslan ordusuyla hareket etti.
Hiçbir şeyden haberi olmayan Çaka Bey, geriye çekilip damadının yanına geldi. Onu dostlukla karşılayan I. Kılıçarslan, şerefine verdiği ziyafette Çaka Bey’i yakalatarak boğdurttu (1093). Bizans yine oyununu oynamış ve düşmanlarından en tehlikeli olanını ortadan kaldırarak Türk’ü Türk’e kırdırmıştı. Aleksi Komnen daha önce aynı metotla Kumanlarla anlaşıp Peçenekleri yok etmiş ve Çaka Bey Peçenek işbirliğini de aynı oyunlarla bozmuştu.
I. Kılıçarslan’ın Anadolu’daki Faaliyetleri ve Haçlılarla Mücadelesi
Bizans imparatoru Aleksi Komnen ile anlaşan Kılıçarslan, İznik’te kardeşi Kulan Arslan (Davut)’ı bırakarak doğuda fetihlere girişti. 1095′te Malatya’yı kuşatıp, mancınıklarla dövmesine rağmen alamayan I. Kılıçarslan, şehrin teslim olmasını beklerken Haçlı ordularının Anadolu’ya girdiği haberini aldı.
Bizans’ın beklediği gerçekleşmişti. Malazgirt Meydan Savaşı’ndan ve Türklerin Anadolu’ya girdikleri andan beri, Avrupa’nın en güçlü makamı Papalık’tan yardım isteyen Bizans’ın feryatları duyulmuş ve duaları kabul olmuştu. Ama merak konusu olan tarihin ne göstereceği idi. Güya Bizans’ı kurtarmak maksadıyla gelen Haçlılar, Bizans halkını doğduğuna ve Türklerle anlaşmadıklarına pişman mı edecekti ? Yoksa Anadolu’yu fethedip onlara armağan mı edecekti ?
Görünen o ki; imparator Aleksi Komnen, askerin yanında sürüyle çapulcudan oluşan Haçlı kitlelerinden Bizans’ı korumak için, Haçlı kumandanları ile acele anlaşma yapıp, onları Anadolu’ya geçirmişti. Haçlı seferleri, koyu bir Hristiyan taassubunun Türk – İslam dünyasına var güçleriyle saldırmaları, izan, insaf ve insanlık duygularını unutmalarıdır.
İznik Kuşatması
Haçlıların Anadolu’ya girdiğini öğrenen I. Kılıçarslan, Malatya kuşatmasını bırakarak hemen İznik’e doğru hareket etti. Fakat Haçlı kuvvetlerinin İznik’i kuşattığı haberi geldi. Şehrin altındaki ovada ordugah kurup kuşatmayı yarmak istediyse de, bunun mümkün olmadığını gördü. Büyük bir kuvvetle, bir meydan savaşı vermenin yok olma anlamına geldiğini anlayınca, şehri savunanlara bir mektup yazarak “İstediğinizi tercih ediniz” dedi.
Kuşatmaya fazla dayanamayan Türkler, şehrin yağmalanmasını önlemek maksadıyla, İznik’i Bizanslılara teslim ettiler. Gizli bir geçitten şehre giren Bizanslılar, Haçlı yağmasına fırsat vermediler. I. Kılıçarslan, İznik’ten çekildikten sonra Anadolu’daki Türk kuvvetlerini topladı. Eskişehir önlerine gelen Haçlı ordusunun öncü birliklerine çok ağır kayıplar verdirdi.
I. Kılıçarslan, Haçlılarla çok büyük ve çetin savaşlardan sonra Konya’yı kendine merkez yaparak, devletini toparlamaya çalıştı. Bu sırada da Danişment hükümdarı GümüşTekin Malatya’yı kuşattı. Aynı zamanda yardıma gelen Antakya Prensi Knhemond’u pusuya düşürerek esir etti. Bunun üzerine dört yüz bin kişilik bir Haçlı ordusunun harekete geçtiğini öğrendi.
I. Kılıçarslan, Danişmentlilerle ortaklaşa hareket ederek, Saint Cliles komutasındaki yüz bin kişilik Haçlı ordusunu İznik yakınlarında imha etti. I. Kılıçarslan, Türk – İslam dünyasına karşı Bizans’ın daveti ve Hristiyan dünyasının desteğiyle düzenlenen Haçlı seferlerine karşı verdiği büyük bir mücadele ile askeri bir deha olduğunu göstermiştir.
Kılıçarslan’ın Ölümü
Bir süre sonra Malatya’nın Gümüştekin tarafından alınması ve esir bulunan Bohemond’un serbest bırakılması, Kılıçarslan ile arasının açılmasına sebep oldu. Gümüştekin’in 1105 yılında ölmesi üzerine, Kılıçarslan Malatya’yı aldı. Kılıçarslan’ın Güneydoğu Anadolu’da görünmesi bölgede sevinçle karşılandı. Bölgedeki bazı emirlerin Kılıçarslan’ın himayesine girmesi, onu Büyük Selçuklu Devleti ile karşı karşıya getirdi. Musul emiri Çökermiş’in Kılıçarslan tarafına geçtiğini öğrenen Berkyaruk, Musul emirliğine Çavlı’yı tayin etti. Yeni emir Çavlı, Çökermiş üzerine yürüyerek onu yakalayıp öldürttü.
I. Kılıçarslan, Musul halkının teklifi üzerine Musul’u aldı ve emir Çavlı Halep’e kaçtı. Halep’te iyice hazırlanıp bazı beyleri de elde edince, Kılıçarslan üzerine yürüdü. Habur Irmağı kenarında yapılan savaşta, Kılıçarslan’ın ordusu bozuldu ve kuvvetleri dağıldı. Tek başına uzun süre çarpışan Kılıçarslan, çaresiz kalınca ok yağmuru altında nehrin karşı yakasına geçmek için Habur Irmağı’na daldı. Kendisinin ve atının zırhı ağır olduğundan boğuldu (1107). Silvan’da defnedildi. Gömülü olduğu mezara Kubbetu’s Sultan adı verilmiştir.
Kılıçarslan’ın en büyük ve takdir edilir özelliği; Haçlı seferleri ve Bizans karşısında tehlikeye düşen Anadolu Türklüğünü, bu yeni vatan toprağında yaşatma kudretini göstermesi ve bıkıp usanmadan verdiği mücadeledir. Türklüğü ve İslamiyeti yok etmek için harekete geçen bir milyon Haçlı’ya Anadolu’yu mezar yapmıştır. O da babası gibi, Anadolu’daki Rum ve Ermenilerin bile sevgi ve saygısını kazanmıştı.
Kılıçarslan’ın Ölümünden Sonra Anadolu Selçuklu Devleti
I. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra, Anadolu’nun birliği yeniden bozuldu. Bizanslılar fırsatı değerlendirerek saldırıya geçtiler. Bizans işgaline uğrayan yerlerdeki Türkler, İç Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Yakalananlar insafsızca öldürülüyordu. Bir Bizans tarihçisi “Türklere o kadar zalim davrandılar ki, çocukları bile kaynar kazanlara attılar” diyerek yapılan eziyetleri dile getirmiştir.
Bu sırada, yakalanarak İsfahan’a gönderilen Kılıçarslan’ın büyük oğlu Şehinşah, Anadolu’ya gelerek tahta oturdu (1110). Bizans’a karşı akınlara başlayıp bazı başarılar kazandı ise de; Danişment hükümdarı Emir Gazi’nin damadı olan kardeşi Mesut, harekete geçerek Şehinşah’ı mağlûp etti. Sultan Mesut unvanı ile Anadolu Selçuklu Devleti tahtına oturdu (1116).
I. Mesut Dönemi (1116 – 1156)
Mesut, sultan olduğu zaman Anadolu Selçuklu Devleti, epey kuvvetlenen Danişmentlilerin himayesine girmiş bulunuyordu. I. Mesut’un, Ankara ve Kastamonu civarında yerleşip, sultanlığı ele geçirmek gayretine giren kardeşi “Arap” ile uğraşmasını fırsat bilen Bizanslılar; Kastamonu’yu ele geçirdiler. Ancak Danişmentlilerle beraber hareket eden I. Mesut, Kastamonu’yu tekrar Bizanslılardan kurtardı.
I. Mesut Çukurova’da Haçlılara karşı büyük başarılar kazandı. Türkleri, Anadolu’dan atmak isteyen Bizans’a karşı mücadelesini sürdürdü. Ayrıca Danişment hükümdarlığına Mehmet Bey’in geçmesine yardımcı oldu. Onun ölümünden (1143) sonra oğulları arasındaki taht mücadelesinden faydalanarak Danişmentliler üzerine yürüdü. Sivas ve Yukarı Ceyhan yöresini ele geçirdi. Böylece Anadolu’da siyasi otorite tekrar Selçukluların eline geçti.
Daha sonra Sultan I. Mesut’un doğuda bulunmasını fırsat bilen Bizanslılar saldırıya geçti. Sultan I. Mesut kuvvetlerini toplayarak Bizans ordusunu Konya önlerinde karşıladı. İmparator Manuel Komnen, 20 bin askerini kaybetti. Bizans ordusu çekilirken, arkasından takip edildi. Ancak Sultan Mesut, Bizans ordusunun bütün piyade birliklerini imha etti. Mesut’un karşısında, iddialı olmasına rağmen ağır bir mağlubiyete uğrayan Manuel, cesaretini kaybetti ve korkusundan, ölünceye kadar sefere çıkmadı.
Yeni Bir Haçlı Seferi
I. Mesut’un, Bizans karşısında elde ettiği başarılara rağmen, Türkler için yeni bir Haçlı seferi tehlikesi belirdi. Çünkü I. Haçlı seferinden sonra kurulan Hristiyan prenslikleriyle amansız bir mücadeleye giren Musul Atabek’i İmadettin Zengi’nin, Urfa Kontluğu’nu ortadan kaldırması, Avrupa’yı harekete geçirdi. Haçlı ordularının gelmekte olduğunu öğrenen Sultan I. Mesut, Haçlıları imha etme planı hazırladı.
Alman Konrad komutasındaki 75.000 kişilik ordu Eskişehir önlerinde Türk kuvvetlerinin saldırılarıyla imha edildi. Koca ordudan 810 bin kişi kaldı. Aynı zamanda Konrad canını zor kurtararak İznik’e kaçtı (1147). Fransız kralı VII. Lui’nin komutasındaki ordu, Menderes Nehri’ni geçerken baskınlarla büyük kayıplara uğratıldı. VII. Lui deniz yoluyla Antalya’ya, oradan da deniz yoluyla Suriye’ye geçti.
Geriye kalan fakir Haçlılar, kıyı yolunu takip ederek doğuya ilerlerken sefil oldular. Rum ve Ermenilerin de saldırılarına uğrayarak acınacak hale düştüler. Türklüğü ve İslamiyeti yok etmeye gelen ve perişan olan, bu hasta, aç ve fakir insanların elinden, yine onlar tarafından barbarlıkla suçlanan Türkler tuttular, yemek verdiler, tedavi ettiler.
Sultan Mesut’un Bizans ve Haçlılara karşı kazandığı zaferler, İslam aleminde ona büyük saygınlık sağladı. Oğlu II. Kılıçarslan ile birlikte hareket ederek Maraş’ı kuşatıp aldı (1149). Daha sonra Haçlıların işgalinde olan Göksün, Besni, Göynük ve Antep şehirlerini aldı. Ayrıca Güney sınırlarını emniyet altına almak için Çukurova’ya iki sefer yaptı. Ancak Çukurova’dan dönünce hastalandı. Elbistan Meliki II. Kılıçarslan’ı hükümdar ilan etti. Bir müddet sonra da öldü (1155-1157).
II. Kılıçarslan Dönemi
II. Kılıçarslan’ın başa geçmesiyle Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti’nin Yükselme Devri başlamış olur. 1155′te babasının yerine geçen II. Kılıçarslan büyük Türk Hakanı Sultan Scncer’ in ölümü üzerine, 1157′de tamamen bağımsız oldu. Elden çıkmış olan Antep’i (Ayntab) alarak güney sınırını emniyet altına aldı. Ondan sonra Bizans’a yöneldi.
Fakat II. Kılıçarslan, Bizans’ın oyunlarıyla Bizanslılar, Danişmentlilcr ve Musul atabeyinin ittifakıyla karşılaştı. Kılıçarslan, Danişmentlileri yendi. Bizans imparatoru Manuel Komnen’i Eskişehir civarında ağır bir bozguna uğrattı. İç bünyesi ile iyice uğraşabilmek için, bütün fitne ve tahriklerin merkezi olan İstanbul’a bir elçi göndererek barış teklifinde bulundu. Daha sonra Bizans siyasetinin içinde bulunmak amacıyla İstanbul’u ziyaret etti ve Bizans ile karşılıklı menfaatlere dayalı bir antlaşma yaptı (1162).
İstanbul’dan dönen II. Kılıçarslan, Danişmentli Yağıbasan’ın üzerine yürüdü ve Sivas’ı işgal etti. Kılıçarslan’ın isyancı kardeşi Şehinşah’ın yanına (Çankırı’ya) kaçan Yağıbasan’ın ölümü (1164), Kılıçarslan’ın işini kolaylaştırdı. Ama Kılıçarslan’ın ilerleme ve gelişmesini kendi siyasetine aykırı gören kudretli Türk hükümdarı Nurettin Mahmut Zengi, Şehinşah’ı destekledi. Aynı zamanda Selçuklu sultanından toprak talebinde bulundu. Bu, onları karşı karşıya getirdi. Nurettin Mahmut Zenginin ölümü(1174) II. Kılıçarslan’ı güçlü bir rakipten kurtarmıştı. Bu sebeple harekete geçen II. Kılıçarslan Danişmentlilerin istiklaline son verdi (1175).
Bu gelişmeleri yakından takip eden Bizans imparatoru, Danişment engelini ortadan kaldıran ve Zengilerin rekabetinden kurtulan II. Kılıçarslan’ın fevkalade güç kazanmasından ürkmüş ve harp hazırlığına girişmişti. II. Kılıçarslan, Bizans’a sığınan Şehinşah ve Danişmentli Zünnun’u Bizans imparatorundan istedi. Buna karşı imparator, onların maiyetine bir kısım kuvvetler vererek Anadolu’ya gönderdi. Böylece yapılan antlaşmayı bozduğunu gösterdi.
Miryokefalon Zaferi (Eylül 1176)
II. Kılıçarslan’ın fevkalade güç kazanmasından ürken Manuel Komnen, Türklere kesin bir darbe vurmak amacıyla büyük bir ordu hazırladı. Harp hazırlıklarını öğrenen II. Kılıçarslan, sulh teklifinde bulundu ise de, Manuel Komnen bu teklifi reddetti. Bizans kumandanları, Türk atlı ordusunu imha etmenin yapılan bunca savaştan sonra mümkün olmadığını, Türklerin gerilla harbiyle kendilerini yıpratacaklarını ileri sürüp sulh yapılmasını istediler. Fakat bu istekleri kabul edilmedi.
İmparator, en uzak Bizans birliklerini de çağırarak Macar, İtalyan, Fransız, Sırp ve Peçeneklerden topladığı çok büyük orduya güveniyor ve Türkleri yeneceğine inanıyordu. Manuel’in amacı Konya’yı zaptetmekti. II. Kılıçarslan, bu üstün ve Türk ordusunun on katından fazla olan kuvvetlerle bir meydan savaşı yapmak yerine, çete savaşlarıyla yıpratmak ve pusu kurarak imha etmek niyetindeydi.
Bu amaçla Konya istikametinde ilerlemekte olan Bizans ordusunun yolu üzerindeki meskûn yerleri tahrip ettirdi. Aynı zamanda yolları bozdurdu, ağırlıklarını yağmalattırdı ve son derece yıprattı. Hoyran Gölü ile Kumdanlı arasındaki Miryokefalon Geçidinde pusu kurdu (Isparta iline bağlı Kumdanlı kasabası civarı). Türk ordusunun geride olduğunu zanneden imparator, hiçbir şeyden habersiz geçide girince, Türk ordusu tarafından çevrildi. Türk ordusu dar bir vadide sıkışıp kalan Bizans kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etti.
Dağ yamaçları Türkler tarafından kılıçtan geçirilen düşman cesetleriyle doldu. Arkadan ilerleyen imparatorun ağırlıkları da basılarak ele geçirildi. İmparator geçidi açmak için bizzat hücuma geçti, fakat başarı sağlayamadı. Bu sebeple ordusunun tamamen yok olacağını anlayınca barış teklifinde bulundu. Kılıçarslan barış teklifini kabul etti. Türkler imparator ve maiyetine ait mücevherleri ganimet olarak aldılar. Ayrıca 100 000 altın, 100 000 gümüş ve çok kıymetli takımlarla donanmış atlara karşılık, imparatorun Bizans’a serbestçe dönebilmesine izin verdiler (1176).
Miryokefalon Savaşı’nın Önemi
II. Kılıçarslan’ın, toprak kazancı olmadan imparatoru serbest bırakması düşündürücü olmasına rağmen; Miryokefalon Zaferi hem Türk, hem de Bizans tarihi için büyük bir dönüm noktasıdır. Çünkü Bizanslılar, Malazgirt Savaşı’nın kendileri için çok hayati bir darbe olduğunu kabul etmemişler; Anadolu’yu Türklerden almak ve Türkleri kovmak ümidini beslemişlerdir.
Miryokefalon Zaferi’yle Anadolu’yu Türklerden alma ümitlerini kaybetmiş; hayalleri yıkılmış ve Anadolu’nun artık Türk yurdu olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü bundan sonra Bizans savunmada, Türkler ise taarruzda olacaklardı. Ayrıca Miryokefalon Savaşı bütün Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. İngiltere ve Almanya’daki hanedanlar dehşete kapıldılar.
Ne mutlu bir tesadüftür ki; üzüntü ve dehşete kapılan Avrupa devletlerinden İngiltere’nin desteğiyle Bizans’in mirasçısı olarak Anadolu’ya göz diken; Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanlıların ümitleri de Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz ve Başkumandanlık Meydan Savaşı’yla yok olup gidecekti.
II. Kılıçarslan’ın Ülkeyi Taksimi ve Ölümü
Miryokefalon Zaferi’nden sonra batıya ilerleyerek Aydın sahillerine ulaşan, Alaşehir’den Marmara’ya kadar fetihler yapan II. Kılıçarslan yorulmuş ve ihtiyarlamıştı. Hayatının sonlarına doğru rahat etmek için, Eski Türk adetine uyarak ülkeyi on bir oğlu arasında paylaştırdı. Kendisi de Büyük Sultan sıfatıyla Konya’ya çekildi.
Ne acıdır ki, bir süre sonra oğulları arasında saltanat kavgası başladı. Çocuklarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah Konya’yı ele geçirerek babasına da hakim oldu. Ölmeden önce en küçük oğlu Gıyasettin Keyhüsrev’i veliaht ilan etti. Son günlerini üzüntü ile geçirdi ve 1192 yılında öldü.
II. Kılıçarslan önceki Selçuklu sultanlarının bütün özelliklerini şahsında toplamış ve adalet anlayışı ile nam salmıştı. O, fetihlerle kalmamış, memleketi büyük badirelerden kurtarmış; Müslüman ve Hristiyan olan herkes tarafından sevilmiştir.
I. Gıyasettin Keyhüsrev
İlk Sultanlığı (1192 – 1196): I. Gıyasettin Keyhüsrev’in hükümdarlığını ağabeyleri kabul etmediler. En büyük rakibi Kutbettin Melikşah ölünce, Tokat meliki Rüknettin Süleyman harekete geçerek kardeşinin üzerine, Konya’ya yürüdü. Rüknettin Süleyman Şah karşısında tutunamayacağını anlayan I. Gıyasettin Keyhüsrev, hayatına dokunulmaması şartıyla, saltanatı ağabeyine teslim etti.
İkinci Sultanlığı (1205 – 1211): Rüknettin Süleyman’ın ölümü üzerine, yerine henüz çok küçük yaştaki oğlu III. Kılıçarslan oturtuldu. Kılıçarslan’ın sultanlığını istemeyen bir kısım uç beyleri Gıyasettin Keyhüsrev’i saltanata davet ettiler. Uç beylerinin de yardımıyla eski melik, ilk merkezi Uluborlu’ya gelip bir ordu hazırladıktan sonra Konya’ya geldi. Yeğeni III. Kılıçarslan’ı tahttan indirerek yerine oturdu. Gıyasettin Keyhüsrev, ikinci defa sultan olduğu zaman, Anadolu Selçuklu Devleti, siyasi birliğini tamamlamış; Danişment ve Saltuklulara son verilmiş, Mengücekliler tabi bir devlet haline gelmişti.
Dördüncü Haçlı seferi sonucunda, İstanbul işgal edilmiş ve burada bir Latin İmparatorluğu kurulmuştu. Bizans’ın, Haçlılardan dolayı uğradığı felaket üzerine, Anadolu’nun her yerinde despotluklar türemişti. Komnenos ailesinden Aleksi ve David adlı iki prens, Karadeniz sahillerine yerleşti. Aleksi Trabzon’da, kardeşi David de Sinop ve Ereğli şehirlerinde etkin oldular. Aleksi’nin damadı Laskaris de İznik’te bir devlet kurmuştu.
Karadeniz Seferi
Bu durumlardan dolayı Anadolu’dan Karadeniz’e ulaşan kervan yolunun emniyeti bozulmuştu. Bir kara devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti ’nin denizlere ulaşması gerekiyordu. Bu sebeple Gıyasettin Keyhüsrev Karadeniz seferine çıktı. Aleksi’yi mağlup ederek Samsun’u aldı. Ancak Karadeniz ticaret yolu kadar Akdeniz limanları da önemliydi. Bu sebeple Gıyasettin Keyhüsrev, Antalya’yı ele geçirmek ve güney ticaret yolunu açmak için harekete geçti.
Uzun süren bir kuşatmadan sonra Antalya şehrini teslim aldı (1207). Antalya’nın ele geçirilmesiyle Selçuklu Türkleri denizlerde faaliyet göstermek için ilk adımı atıyorlardı. Türkler bu önemli ticaret limanında donanma kurarak denizciliğe başladılar. Antalya seferinden sonra, Türk topraklarına saldırarak Kayseri – Halep ticaret yolunu tehlikeye sokan Ermeniler üzerine sefer yapan Gıyasettin Keyhüsrev; Ermenileri sindirerek kıyıdaki Petrus Kalesi’ni ele geçirdi. Onları barış istemek zorunda bıraktı (1209).
Keyhüsrev, Kuzey ve Güney seferlerini yaptıktan sonra, İznik Rum İmparatorluğu üzerine yürüdü. Rum ordusunun bozulması üzerine yağmaya dalan Selçuklu ordusu, sinsice yaklaşan bir Rum askerinin sultanı şehit etmesiyle bozuldu. Türk ordusu ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı (1211).
Rüknettin Süleyman (1196 – 1204)
Kardeşinin elinden saltanatı alarak başa geçen Rüknettin Süleyman, hükümdarlığı döneminde devlete merkezi bir otorite kazandırmaya çalıştı. Malatya ile Ankara melikleri hariç bütün kardeşlerini itaat altına aldı.
Rüknettin Süleyman ve kardeşleri arasında baş gösteren saltanat mücadelesinden faydalanmak isteyen Bizans, Samsun civarında bulunan Türk ticaret gemileri ile Bizans topraklarında ticaret yapan Türk kervanlarına saldırılar düzenletti. Bizans’ın bu hareketleri sert tepki ve nefretle karşılandı. Karşı saldırıdan korkan Bizanslılar, yeniden vergi vermek şartıyla Türklerle anlaştılar.
Kardeşlerini itaat altına alan Rüknettin Süleyman, daha evvel Türklerin saltanat mücadelesinden faydalanmak için harekete geçen Ermeniler üzerine yürüdü. Türk ordusu karşısında tutunamayacaklarını anlayan Ermeniler, Türk üstünlüğünü kabul ederek anlaşma yaptılar. Saltuk Bey’in ölümünden sonra, Erzurum’u kuşatarak ticaret yolunu tehlikeye sokan Gürcüler üzerine sefere karar veren Rüknettin Süleyman, Saltuklu hükümdarını birlikte sefere katılmaya çağırdı.
Saltuklu hükümdarı Nasrettin (Alaettin) Muhammet sefere katılmayınca, Rüknettin Süleyman Erzurum üzerine yürüyerek, şehri ele geçirdi ve beyliğe son verdi (1201). Ardından Erzincan’da son hazırlıklarını yapıp Gürcistan üzerine yürüdü. Erzurum’dan hareket eden Türk ordusu, Pasinler ve Sarıkamış yönünde ilerlerken Bolorçi (Pasinler ile Sarıkamış arası) mevkiinde ani bir baskına uğradı. Bozgun başladı, epey kayıp ve esir verildi.
Bu mağlubiyeti hazmedemeyen Rüknettin Süleyman, Gürcistan’a bir sefer hazırlığına girişti. Önce Ankara üzerine yürüyerek çekindiği kardeşi Melik Mesut’u öldürdü. Daha sonra Gürcüler üzerine ikinci bir sefere çıktı. Fakat yolda hastalanarak öldü (1204). Kısa süren hükümdarlığı esnasında, Anadolu Selçuklu Devleti’ni iç çekişmelerden kurtararak yeniden milli birliği sağlamıştır.
I. İzzettin Keykavus (1211 – 1219)
Selçuklu devlet adamlarının kararıyla tahta geçen I. İzzettin Keykavus’u kardeşleri tanımak istemedi. Yeniden iç kavgalar başladı. Ancak İzzettin bütün kardeşlerini yendi. Beliren ilk tehlikeyi böylece yok eden İzzettin Keykavus, Antalya’ya saldıran Kıbrıs kralını da yendi. Bundan sonra İznik ve Trabzon Rum İmparatorlukları arasındaki mücadeleden faydalanarak Karadeniz sahillerine geldi.
Trabzon Rum İmparatoru Aleksi’yi pusuya düşürerek esir aldı. Uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra Sinop Kalesi ve Kastamonu Yaylası’nı elde etti. Antalya’nın fethinden sonra Sinop’un da alınması, Anadolu Selçuklularını tam manasıyla bir deniz devleti haline getirdi. Selçuklu sultanı böylece Karadeniz’e uzanarak, tersane kurup bir donanma meydana getirdi.
Keykavus, tahta geçişinde kardeşlerinden Alaettin Keykubat’a yardım ederek sultanlık mücadelesinde onu desteklemiş olan Ermenilere gerekli dersi vermek için, harekete geçti. 1216 yılında Türk kuvvetleri Saimbeyli ve Kozan’ı ele geçirince Ermeniler; Selçuklu Devleti’ne bağlı olmak, vergi vermek ve istendiği zaman asker yardımı yapmak şartıyla bir antlaşma yapılmasını kabul ettiler.
İzzettin Keykavus, Ermeniler üzerine yürüme hazırlığı yaparken müşterek hareket etme konusunda Halep Eyyubi hükümdarıyla anlaşmaya varmıştı. Fakat Eyyubi hükümdarı sözünü tutmayarak sefere katılmamıştı. Ermenilerle anlaştıktan sonra verdiği söze sadık kalmayan Halep hükümdarını cezalandırmak için Suriye seferine çıkan Keykavus, Menbic Kalesi’ni aldı. Ancak seferden dönüşte Malatya civarında hastalanarak öldü (1219- 1220).
I. Alaettin Keykubat (1220 – 1237)
İzzettin Keykavus’un ölümünden sonra yerine kardeşi Alaettin Keykubat geçti. Alaettin Keykubat, Anadolu Selçuklu sultanlarının en büyüklerinden birisi olup, zamanı, genişleme devrinin en parlak dönemidir. Başa geçtiği zaman, Moğol istilası Türkistan ve Horasan’ı kasıp kavurmaktaydı. Bu tehlikenin er geç Anadolu’ya da sıçrayacağını tahmin edip tedbirler alma yoluna koyuldu. Önceliği doğu illerine vermek kaydıyla, başta Sivas, Kayseri ve Konya olmak üzere birçok şehrin etrafındaki surları onardı; yenilerini yaptırdı. Sonra da Eyyubilerle anlaşma yaptı.
Selçuklu sultanı, bir taraftan Moğol tehlikesine karşı tedbirler aldırırken, diğer taraftan yeni fetihlere girmeyi düşünüyordu. Beylerine fermanlar göndererek, Konya’da toplanmalarını istedi. Amacı önce Akdeniz’de askeri ve ticari bakımdan stratejik bir öneme haiz olan Kandelor Kalesi’ni (Alanya) ele geçirmekti.
Türk ordusunu Antalya’da toplayıp, Alanya üzerine yürüdü. İki ay süren kuşatmadan sonra, kale kumandanı Rum KyrVart, sultana haber göndererek bazı şartlarla şehri teslim edeceğini bildirdi. Şartları kabul edilerek şehir teslim alındı (1223). Sultan Alaettin’in isminden dolayı şehre, Alaettin şehri Alaiyye adı verildi. Aynı zamanda Alanya şehri imar edildi. Selçuklu sultanlarının, kışlık merkezi haline geldi ve Selçuklu gemilerinin Akdeniz kıyısındaki en önemli üssü oldu.
Alaettin Keykubat bazı emirlerin kendisini tahttan indirmeyi planladığını haber alınca, tertip ettiği bir ziyafette 20′den fazlasını yakalatarak idam ettirdi. Böylece devleti kuvvetlendirerek idare gücünü şahsında topladı.
Alanya Kalesi
Moğolların, Kırım yöresine yaptıkları akınlar sonunda, tecavüze uğrayan bazı tüccarların yerlerini terk ederek; Selçuklu ülkesine sığınmaları üzerine; Keykubat Moğolların çekilmesinden faydalanarak Kastamonu Uç Beyi Hüsamettin Çoban’ı Kırım Seferi’ne memur etti. Uç Beyi Çoban, emrindeki ordu ile Suğdak kentine ulaşarak ele geçirdi. Bölgedeki Rus ve Kıpçak hükümdarlarına da Selçuklu hakimiyetini kabul ettirdi (1227). Akdeniz ticaretinin emniyetini bozan Ermeni ve Rumların üzerine bir ordu göndererek Silifke ve Anamur’u zaptetti (1225).
Doğu Anadolu’daki Fetihler
Alaettin Keykubat’ın diğer seferlerle uğraşmasından faydalanan Diyarbakır Artuklu hükümdarı, Anadolu Selçuklu Devleti ’ne baş kaldırarak Eyyubi hükümdarını tanımaya yeltendi. Bunun üzerine sultan, Doğu Anadolu seferine çıktı (1226).
Malatya’da toplanan Türk kuvvetleri, Adıyaman ve Çemişkezek kalelerini kuşattı. Eyyubi destekli Artuklu kuvvetleri mağlup edilince, Artuklular aman dilediler ve tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ni tanıyacaklarına söz verdiler. Moğol tehlikesini düşünen Selçuklu hükümdarı, Artuklu ve Eyyubilerle dostluğun devam etmesini uygun gördü.
Daha sonra Moğolların önünden kaçmakta olan Harzemşahların, Mengüceklilerle birleşme tehlikesini sezdiğinden, Mengücekler üzerine yürüyerek Erzincan ve Kemah’ı aldı (1228). Harzemşahların Anadolu hudutlarına gelmesi ve Trabzon’daki Komnenosların Karadeniz’deki ticareti engellemeleri; Türk – İslam gemilerini yağmalayıp Samsun ve Sinop’a saldınya geçmeleri üzerine, Trabzon’u kuşattı ise de şiddetli fırtınalar yüzünden şehir alınamadı. Ordu geriye döndü (1228-1229).
Alaettin Keykubat’ın Celalettin Harzemşah ile Münasebetleri
Günden güne büyüyen Moğol tehlikesinin Anadolu Selçuklu Devleti ’ni ileride tehdit edeceğini sezen Alaettin Keykubat, Harzemşahlarla dostluk kurma yollarını aradı.Celalettin Harzemşah’a gönderdiği mektupta, iki ülkenin ittifak yapmasının gerekli olduğunu belirtti. Fakat çok iyi bir kumandan ve cesur bir asker olan Celalettin Harzemşah’ın ileriyi görememesi, iyi bir siyaset adamı olmaması yüzünden bu ittifak kurulamadı. Moğollara karşı Selçuklularla iyi geçinmesi ve Eyyubilerle anlaşması gerekirken, Eyyubilerin elinde olan Ahlat şehrini kuşatarak aldı. Aynı zamanda şehri tahrip etti.
Bütün bunlara rağmen, Keykubat’ın tek düşüncesi Moğol tehlikesini ortadan kaldırmaktı. Bu yüzden Celalettin Harzemşah ile dostluğunu bozmamaya çalıştı. Ona iki defa elçi göndererek Ahlat’ı bırakıp doğru yola gelmesini istedi. Fakat Celalettin Harzemşah bu isteğe cevap vermeyerek Selçuklulara karşı düşmanca hareketlere girişti. Bunun üzerine Alaettin Keykubat, ordusunun başında doğuya doğru hareket etti. Selçuklu ve Harzem orduları, Erzincan yakınlarındaki Yassı Çimen Yaylası’nda karşı karşıya geldiler. Bu meydan savaşında Celalettin Harzemşah kesin bir yenilgiye uğradı (10 Ağustos 1230). Böylelikle Selçuklular Erzurum’u da ele geçirerek ülkelerine kattılar.
Selçuklu – Moğol Münasebetleri
Celalettin Harzemşah, Yassı Çimen yenilgisinden sonra toparlanamadı. Moğolların karşısında Selçuklulardan yardım istediyse de Selçuklular ona güvenmedikleri için, yardımda bulunmadılar.
Nihayet Moğollar, Harzemşah Devleti’ni ortadan kaldırıp topraklarını ele geçirince, Selçuklu sultanının endişeyle izlediği Moğol tehlikesi gelip çatmıştı. Alaettin Keykubat, beliren Moğol tehlikesini ortadan kaldırmak için Türk kuvvetlerinin bir kısmını doğuya (Erzurum) gönderirken, diğer taraftan Moğollarla anlaşma yollarını aradı. Dolayısıyla gösterdiği parlak diplomasi ile bunu başardı.
Moğollar, Alaettin Keykubat’ın barış teklifini, onun Celalettin Harzemşah’a karşı gösterdiği üstün başarısı ve şöhreti ile Anadolu’nun büyük zenginlik kaynaklan sebebiyle kabul ettiler. Keykubat, Moğollarla dostluğu devam etmesine rağmen sınırlarını emniyet altına almak için dikkatli davranıyordu. Doğu Anadolu’yu bir elde toplamak için karışıklık içinde bulunan Ahlat, Van, Bitlis ve Malazgirt’i ele geçirdi. Aynı zamanda kaleleri onartarak muhafızlar yerleştirdi.
Daha sonra Eyyubiler, harekete geçerek Selçuklu topraklarına saldırıya başladılar. Bunun üzerine Harput (Elazığ) civarında yapılan savaşta, Selçuklu ordusu Eyyubi kuvvetlerini mağlup etti (1234). Daha ileri giden Selçuklu sultanı Siverek, Urfa, Harran kalelerini ele geçirdi. Diyarbakır’ı kuşattı. Fakat mevsim ilerlediğinden ertesi yıl harekete geçmek üzere Kayseri’ye çekildi. Ayrıca yaptığı bir törenle, küçük oğlunu veliaht tayin etti.
Kayseri dışında, Meşhed Ovası’nda Ramazan Bayramı’nın 3. günü verdiği bir ziyafette zehirlendi ve kısa bir süre sonra öldü. Moğol tehlikesinin Anadolu kapılarına dayandığı bir zamanda, bu güçlü sultanın ölümü, Anadolu’yu Moğol istilası ile karşı karşıya bıraktı (1237).
II. Gıyasettin Keyhüsrev (1237 – 1246)
Babasının ölümü üzerine tahta çıkan II. Gıyasettin Keyhüsrev babasından hayli farklıydı. Alaettin Keykubat gibi çok büyük ve güçlü bir devlet adamı değildi. Ayrıca zayıf şahsiyetliydi. Başa geçtiği zaman Türk devleti dünyanın en zengin devletiydi.
Tahta geçmesinde yardımını gördüğü devlet adamlarından Sadettin Köpek’i Selçuklu orduları başkomutanlığına getirdi. Onun yardımıyla kendisine muhalif olan emirleri ortadan kaldırdı. Sadettin Köpek ani bir baskınla, saray mescidinde ibadet etmekte olan Harzemşahlı Kayırhan’ı yakalatarak hapsetti. Bu olay, Alaettin Keykubat zamanında Selçuklu ordusuna alınan Harzemşahlı askerlerin, Selçuklu ordusundan çıkmalarına sebep oldu.
Kendi ihtiraslarını devletin menfaatlerinin üstünde tutan Sadettin’in amacı sultanlık olduğu için, Selçuklu neslinden geldiğini iddia etmeye başladı. Bunun üzerine II. Gıyasettin Keyhüsrev onun niyetini anladı ve bu ihtiraslı vezirini öldürttü. Sadettin Köpek’in ölümü üzerine Harzemşahlı askerler yeniden devlet hizmetine alındı. Böylelikle devlet adamları arasında da bir ferahlama oldu.
Bu ara Diyarbakır, Eyyubilerin elinden alındı (1240-1241). Bu sırada Baba İshak adında birisi Doğu Anadolu’daki huzursuzluktan faydalanarak, Moğolların önünden kaçıp; Anadolu’ya gelmekte olan Türkmenlere hayat ve iktidar vaat ederek peygamberlik iddiasında bulundu. Kafi derecede kuvvetlenen Baba İshak, Adıyaman, Kahta, Maraş ve Samsat yörelerinde devlete karşı bir isyan hareketi başlattı.
Daha sonra üzerine gönderilen Selçuklu ordusunu mağlup ederek Sivas’ı ele geçirdi. Selçuklular gittikçe büyüyen bu hareketi ancak, Moğollara karşı Doğu Anadolu’ya yerleştirilen kuvvetleri çektikten sonra bastırabildiler. Baba İshak hareketi o ana kadar Anadolu’yu istila etmekten çekinen Moğolları cesaretlendirdi. Zaten bu yöredeki kuvvetler Baba İshak isyanının bastırılması için geriye çekildiğinde, bölgedeki savunma tedbirleri zayıflamıştı.
Ayrıca bakabilirsiniz; Karahanlı Devleti’ni Kim Kurdu ?